28 Mart 2012 Çarşamba

ÇANAKKALE SAVAŞI ZAFER Mİ? FACİA MI?

18 Mart’ta Türk tarihinin parlak savunma muharebesi zaferlerinden olan Çanakkale Savaşının yıl dönümünü kutladık. 18 Martın heyecanı, coşkusu ve gururu farklıdır. İnsanların tüyleri diken diken olur, okunan şiir ve anlatılan yaşanmış gerçek olaylar gözlerimizin yaşarmasına sebep olur. Adını dahi bilmediğimiz şehitlerimiz için göz yaşı döker ve minnetlerimizi sunarız. Peki 97 yıl önce yapılan göğsümüzü kabartan ve bizi duygulandıran bu muharebeler gerçekten bir zafer midir? Yoksa kimi yazarların yazdığı ve söylem haline getirdiği gibi 250 günde 250.000 şehit verilmiş bir facia mı? ya  da  resmi tarihçilerin zafer diye nitelendirdikleri bir yutturmaca mıdır?

Çanakkale Muharebeleri, İngiliz donanmasının 3 Kasım 1914’te Çanakkale dış istihkâmlarını bombardıman altına almasıyla başlamış ve 9 Ocak 1916 tarihine kadar devam etmiştir. Çanakkale muharebeleri Türk ordusunun en deneyimli kumandanlarının ve önemli birliklerinin katıldığı muharebelerdir. Ancak bu deneyimli kumandan ve yiğit askerlerinin oluşturduğu ordu Enver Paşa tarafından Liman Von Sanders adlı bir Alman Paşa’nın emrine verilmiştir.

Liman Paşa, Almanya’da kolordu komutanlığına dahi uygun görülmeyen biriyken, Türk ordusunun yeniden teşkili için görevlendirilmişti.  Nitekim Liman Paşa, Çanakkale’ye gittiğinde bölgeyi iyi etüt edememiştir. Yanlış bir savunma anlayışı belirlemiş ve yapmış olduğu plansız programsız taarruzlarla Türk ordusunun telef olmasına neden olmuştur. Türk komutanlar Liman Paşa’nın bu hatalarını İngiliz birliklerini Çanakkale’de tutarak Alman birlikleri üzerindeki baskıyı hafifletmek istediğini sanmış ancak Liman Paşa’nın donanmanın ateş gücüne ve Türk birliklerinin dayanıklılığına güvenmediğini geç de olsa anlamışlardır.

Almanya’da büyük bir birlik yönetmekten aciz görülmüş, muharebe tecrübesi olmayan sadece Alman hayranlığı nedeniyle başa getirilmiş olan Liman Paşa’ya rağmen Türk ordusu Çanakkale Muharebelerinde Anzaklara karşı dişe diş göze göze muharebe ederek vatan toprağını çiğnetmemeyi başarmıştır. Kendini üstad, sözde yazar ve düşünür olarak adlandıran deli raporlu ve çağdaş aydınlarımızın eleştirisi bu temel noktada “250 günde 250.000 şehit verdik, zafer bunun neresinde?, Çanakkale sırtlarında 400.000 !!! vatan evladını gömen bir subay kadrosunun zaferinden söz edilebilir mi? Çanakkale savaşları kahraman çıkarmamıştır!” serzenişleriyle gelmektedir.

Bu serzenişlerde bulunanların gözden kaçırdığı bazı noktalar bulunmaktadır. Çanakkale muharebeleri iki kısımdan meydana gelmiştir. Birinci safhası deniz muharebesi, ikinci safhası ise kara muharebeleridir. Çanakkale Boğazı’nın denizden zorlandığı 18 Mart’ta verilen şehit sayısı Alman kayıpları da dahil olmak üzere 97’dir. Bu rakamın haricinde kara muharebelerinde verilen şehit sayımız 250.000 değil 57.084’tür. Bu rakama hastanede şehit olan askerlerimizi de eklediğimizde şehit sayımız 75.830 olarak ortaya çıkmaktadır. Bu rakamlar incelendiğinde 250.000 şehit verdik tabirinin gerçek dışı olduğu görülmektedir. Subay kadrosunun zaferine gelince, dünyada hangi savaş komutansız, öndersiz, lidersiz kazanılabilmiştir? Bu iddianın ortaya atılmasındaki asıl amaç Türk ordusuna doğa üstü güçlerin yardımda bulunduğunu kanıtlayabilmektir. Kuyruklu yalancılar !!!, örnek olaraksa İngilizlerin Norfolk alayının bir bulutun içerisinde kaybolduğunu söylemektedirler. Ancak nedense, hurafe tarihçiliği yapanların aklına doğa üstü güçlerin, Sarıkamış muharebesinde şehit olan 90.000 Türk askerine neden yardım etmediğini sormak gelmez!!!

Çanakkale muharebeleri kahraman çıkarmamıştır tezini savunanlar, Liman Paşanın savunma planlarını yırtıp atarak, inisiyatifi tek başına ele alan Yarbay Mustafa Kemal’in önderliğini çekemeyenlerdir. Bu iddialar tamamen Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Bu iddiaya cevabı İngiliz resmi tarihi şu şekilde vermektedir :” Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs Mustafa Kemal’di. Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakarlık ve feragat her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne söylense azdır.” O dönemde bizi yok etmek isteyen emperyalist İngilizler bile tarihlerinde bu satırlara yer verebilirken !? Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal’e olan bu husumet çok acınası ve üzüntü verici değil midir? Yoksa İngilizlere bu satırları Mustafa Kemal Atatürk’mü yazdırttı!!!???

Mustafa Kemal Çanakkale’de kendisiyle görüşen Ruşen Eşref Ünaydın’a şöyle diyor : “ Türk askeri kendisinden birkaç dakika önce sipere giren arkadaşının öldüğünü görüyor, birkaç dakika sonra kendisinin de öleceğini biliyor. Yinede en ufak bir duraksama geçirmeden siperde yerini alıyor ve sessizce kılı bile kıpırdamadan şehit oluyor.” İşte bu Çanakkale muharebelerini kazandıran, Türk askerinin yüksek cesaretinin ve inancının en önemli göstergesidir.

1915 yılı, bilgisiz entel yazarlarımızın da emperyalistlere destek verdiği, ülkemizin geleceğinin başına bir çorap gibi örülen sözde ermeni soykırımı yalanının temelini oluşturmaktadır. Bu iddialara Mehmetçik Kanlısırtta en güzel cevabı vermiştir. Şimdi bir millet düşünün ki!!! ; dişe diş savaşırken yaralı düşman askerine ateş etmesi bir yana dursun, mevzisinden çıkarak yaralı düşman askerini kucaklayıp mevzisine götürecek ve bunu yapan millet aynı zamanda Doğuda Anadolu’da 1,5 milyon kişi öldürecek!!!? Bu büyük bir çelişki değil de nedir? Bu yalanınızı söylemeye daha ne kadar devam edeceksiniz? Yalanlarınız dört nala gitse de, bizim gerçeklerimiz adım adım yürüyecek ve söylemlerinizden gün gelecek utanacaksınız...

Bir yıldan fazla süren bu savaş, toplam 200.000 askerin göze göz savaştığı, düşmanın 300 den fazla gemiyle boğazlarımızı zorladığı, her iki taraftan toplamda  150.000 kaybın olduğu ve düşmanın yenilgiyi kabullenerek geri çekildiği büyük bir zaferdir. Dünü bilmediğiniz için bugünlerin kıymetini ve değerini anlamamaktasınız. Sizler her ne kadar Türk milletinin inancı ve karakteriyle kazandığı bu zaferi hakir görmek isteseniz de vicdanınız gün gelecek sizden bunun hesabını soracaktır…


                                                                                              Aydın ŞİMŞEK
                                                                                             28 Mart 2012
                                                                                            Twitter.com@aydin2850
                                                                       
                                                                                 

9 Mart 2012 Cuma

3 MART

Köhneleşmiş, maddi bakımdan batmış, cehalet ve yoksulluğun kol gezdiği, gerici ve batı karşısında aşağılık duygusuna sahip olan, çağ dışı kanun ve hurafelerle yönetilen ve orta çağ zihniyetinin devam etmesini isteyen gözlerini kan bürümüş emperyalistlerin “Hasta Adamı” öldürmek üzere bıçaklarını bilediği esnada, Mustafa Kemal ve arkadaşları yedi düvele !!! meydan okuyarak, imparatorluğun üstüne güneş gibi doğmuş ve bir daha kapanmamak üzere bembeyaz bir sayfa açmışlardı. 

Lozan zaferiyle açılan bu beyaz sayfanın yönetim şekli değiştirilemeyecek şekilde Cumhuriyet oldu. Cumhuriyet Rejimi; egemenliğin zümreden alınarak bireye verildiği, ümmet anlayışı yerine millet anlayışının getirildiği, kuldan vatandaş yaratıldığı, kısacası Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu siyasi rejimin adıydı.

Cumhuriyetin ilanından sonra milli egemenlik ilkesine gölge düşürecek, Türkiye Cumhuriyetinin ilerlemesini  istemeyen emperyalistlerin elinde oyuncak olacak Hilafet makamının kaldırıldığı, eğitim ve öğretimin birleştirilerek yeni filizlenen Türkiye Cumhuriyet’inin modern bir eğitim sistemine kavuştuğu, şeriata dayalı hukukun artık işlemediği ve yeni Türk toplumunun isteklerine cevap veremeyeceğinin anlaşıldığı 3 Mart 1924 tarihi Türkiye Cumhuriyetinin dönüm noktalarından birisidir.


3 Mart 1924 tarihi ulusumuzun bilgisizliğinden yararlanarak, siyasal ve kişisel çıkar sağlamak için, dini araç olarak kullanmaya kalkışanlara ve kalkışacaklara atılmış en güzel tokattır…!!! 3 Mart 1924 tarihi cumhuriyeti ilan eden bir milletin, kendi varlığını kurtarmak için saltanat iddia edecek hiçbir kimseye meydan bırakmamasıdır. 3 Mart 1924 tarihi Türkiye’nin cehalet ve bağnazlığın karanlık dünyasından, çağdaşlığın aydınlık dünyasına atmış olduğu dev bir adımdır…

Türkiye Cumhuriyeti 21.yy.da, bazı siyasal ve ekonomik eksiklerine ve içerden-dışarıdan çeşitli tehditlerle rejimi değiştirilmeye çalışılmasına rağmen, aydınlık bir geleceğe doğru gidiyorsa bunu 3 Mart 1924 tarihinde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin vatansever !!! mebuslarının aldığı kararlarla, rejimin doğru temeller üzerinde oturtulmasına borçludur. 

Türkiye’nin bugün karşılaştığı zorluklar, o dönemlerde alınan ve uygulanan kararlardan değil, Mustafa Kemal’den sonra gelen yöneticilerin Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinden sapması ve temel ilkelerimizin Bilgi Çağına uygun olarak dönüştürülememesinden kaynaklanmaktadır. 

Mustafa Kemal Atatürk şu sözleriyle Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş felsefesinden ödün vermeye yeltenenlere en güzel cevabı vermektedir ; “Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlatlarından oluşmuş, büyük ordumuzun gayretleriyle kurulmuş olan, Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan esinlenilmiş prensiplerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olamaz. Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”

Büyük Atatürk, her ne kadar emperyalistler, gericiler ve mandacılar Türkiye Cumhuriyet’ini yıkmak için oyunlar oynasa da, ulusumuzun aklı selim bireyleri kara taassup karşısında başını verecek ancak eğilmeyecektir.

Milletimiz bu şart ve durumlar da dahi vazifesinin Türkiye Cumhuriyet’ini korumak ve kollamak olduğunu bilmelidir. Unutulmamalıdır ki !!! Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur…!!!


                                                                                    Aydın ŞİMŞEK
                                                                                    9 Mart 2012
                                                                                    Twitter.com@aydin2850