24 Eylül 2012 Pazartesi

İSTİKLÂL MAHKEMELERİ


Cumhuriyet tarihinin yüz karası olarak gösterilen İstiklâl Mahkemelerine ait önemli belgeler gün ışığına çıkartılıyor? Yakın tarihin gizli kalmış günahlarından olan İstiklâl mahkemelerinden hesap sorulacak !!! gibi birçok haber ve yazı okumuş ya da dinlemişsinizdir. Bu haberler yakın zamanda öyle bir durum aldı ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerinin, sadece ve sadece dindar yaşayışlarından dolayı İstiklâl Mahkemelerince idam edilen, kurşuna dizilen, yüz binlerce masum insanın kanları üzerine kurulmuş olduğu dile getirilmeye başlanmasına ramak kalmıştır. Kimi yazarlar ise İstiklâl Mahkemelerini Cumhuriyetimizin getirdiği yenilikleri ne pahasına olursa olsun insanlara empoze edilmesini sağlamak uğruna beş yüz bin kişiyi telef eden bir kıyımhane olarak nitelendirmektedirler.

İstatistik kurumu genel müdürlüğünde gözü olan cellatların, sarıklı sakallı beş yüz bin kişi astığını belirten sözlerini, gözlerini yumarak kayıtsız şartsız, hiçbir araştırma yapmaya gerek duymadan kabul ederken parmak hesabı dahi yapmayı akıl edemeyen akl-ı selim yazarlarımızın, İstiklâl Mahkemelerini sorgulaması ne kadar doğrudur?

İstiklâl Mahkemeleri, yeni filizlenmiş bir çiçek olan Cumhuriyetimizin kökünden koparılmasına yardımcı olmaya çalışanların, ellerinden kurtulmasına olanak sağlayan kurum olmuşlardır. Ülkemizin modernleşme gayreti içerisinde olduğu, makus talihimizi yenme çabası verdiğimiz o günlerde bir zorunluluk olarak, birliğimizi ve dirliğimizi sağlayan en önemli unsurlarımızdan olmuştur.

İstiklâl Mahkemeleri, Cumhuriyet tarihimizde iki farklı zamanda hizmet vermiştir. İlk dönem Eylül 1920-Ekim 1923 tarihlerini kapsamaktadır. Bu dönemde on üç mahkeme kurulmuştur. Mahkemeler ısrarlı asker kaçakları, asiler, hainler, bozguncular, ırz düşmanları, işgalciler ile işbirliği yapanlar vb. kişiler hakkında 3811 idam kararı vermiş ancak 2827 kişi hakkında karar tecil edilmiş ve 1054 kişi hakkında idam kararı infaz edilmiştir.

İkinci İstiklâl Mahkemeleri dönemi ise 1923-1927 yılları arasını kapsamaktadır. Bu dönem içerisinde, İstanbul, İsyan Bölgesi ve Ankara İstiklâl Mahkemeleri olmak üzere üç ayrı şekilde kurulmuştur. İstanbul İstiklâl Mahkemesi, Emir Ali ve Ağa Han'ın yalanlarla dolu olan mektubunu yayımlayarak ikilik çıkarmaya çalışan İstanbul gazeteleri yöneticileri ile suikasttan sanık İlyas Sami Kalkavan ve arkadaşlarının davalarına bakmıştır. Bu davaların sanıkları hakkında beraat kararı verilmiş ve idam kararı çıkmamıştır.

İsyan  Bölgesi İstiklâl Mahkemesi ise Şeyh Sait isyanı, Şeyh Eyüp ve Dr.Fuat, Seyid Abdulkadir, Mühendis Ali ve arkadaşları, İstanbul gazetecileri, Kürt Teali Cemiyeti, asker kaçakları gibi davalarda 5010 kişiyi yargılamış ve 350 kişi hakkında idam kararını uygulamıştır.

Ankara İstiklâl Mahkemesi ise, Kelime-i Şehadet düşmanları ile işbirliği yapan İskilipli Atıf hoca ve arkadaşları, İzmir Suikastı, Eski İttihatçılar ve Fransız Casusu gibi davalarda 2346 kişiyi yargılamış ve bu kişilerden 1343’ü beraat ederken 226 kişi hakkında idam kararı vermiştir. İkinci dönem içerisinde mahkemelerin verdiği infaz kararı ise 576’dır. Böylece 1920-1927 yıllarında İstiklâl Mahkemelerinin toplam idam sayısını yaklaşık olarak 2100 diyebiliriz. Sizce bu kişiler, kaynak olarak nitelendirdikleri paçavralarına dayanarak, yüz binler öldürüldü yalanını yüzü kızarmadan söyleyebilir mi? Gerçeğe ne kadar saygı gösterebilirler?

Müslüman bir ülke olarak laikliği benimseyen ve demokrasi yoluna baş koymuş yeni bir rejim olan Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde kendisine rol model alabileceği bir örnek bulunmamaktaydı. Bu nedenledir ki her rejim kendi varlığını garanti altına alacak düzenlemeler yapmıştır. Cumhuriyetimiz ise düzenlemesini İstiklâl Mahkemeleri vasıtası ile yapmak durumunda kalmıştır.  İstiklâl Mahkemeleri almış olduğu kararlarda insan yapısının doğası gereği elbetteki hatalar yapmış olabilir. Bu kararlar günümüzde tartışılabilir. Ancak Cumhuriyetimizin İstiklâl Mahkemelerini kullanarak teröre yöneldiğini, kıyım yaptığını söylemek ise tek kelime ile insafsızlıktır. Cahil söylemler ile halkın dikkatini İstiklâl Mahkemeleri üzerine kanalize etmeye çalışmaktansa, bu mahkemelere tekrar ihtiyaç duyulmasına engel olmak daha doğru olmaz mı?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gözü dönmüş emperyalistleri mağlup ederek varlığını sürdüren bir halka sahip olması nedeniyle Cumhuriyet  rejimini kısa sürede benimseyebilmiştir. Cumhuriyete karşı olanların her türlü kin ve nefret tohumu ekmesine rağmen Türk devrimi dünyadaki en az kan dökülen ihtilâl olma özelliğini kazanmıştır.

Düzenbaz kalemşorlar, İstiklâl Mahkemeleri’nin kıyım yaptığını zihinlere yerleştirerek, Müslüman halkımızı Mustafa Kemal ve Cumhuriyete karşı fitillemeyi gaye olarak benimsemişlerdir. İstiklâl Mahkemelerinin, masum insanları toplu mezarlara gömdüğünü, kurşuna dizdiğini ve idam ettiğini iddia eden şarlatanlar !!! nedense İstiklâl Mahkemeleri hakkında Türkiye Cumhuriyeti’ni bir kaşık suda boğmak isteyen emperyalist devletlerin, yazılı ve görsel basınında tek bir satır dahi bulunmamasını açıklayamazlar.

İstiklâl Mahkemeleri konusunda ki maksatlı yalanlarını düşünce özgürlüğü zırhına büründürenler, Mustafa Kemal’e ve kazanımlarımıza saldırarak alternatif bir tarih oluşturma gayesini gütmektedirler. Günümüz dünyasında yalan söylemenin doğruları söylemekten daha çok yarar sağladığı düşünülürse, ülkemizin ve devrimimizin içerden ve dışardan gelecek olan tehlikelere karşı dik durabilmesi ve geçmişte yaşamış olduğumuz kötü anıların tekrar yaşanmaması için tüm milliyetçi ve cumhuriyetçi güçlerin tek yumruk olması kaçınılmazdır. Unutmayın ki !!! Samsun’a çıkacak birisini daha bulamayabilirsiniz…


Not-1: Prof.Dr.Ergün Aybars’ın İstiklâl Mahkemeleri iki ciltlik kitabında daha geniş bilgi bulabilirsiniz.

Not-2: 23 Eylül 2012 tarihinde www.kemalistler.net adresinde yayımlanmıştır.

                                                                                                  Aydın ŞİMŞEK
                                                                                                 23 Eylül 2012
                                                                                                 Twitter.com@aydin2850

BÜYÜK VATAN DOSTU VAHİDETTİN !!!


Günümüz Türkiye’sinde en çok söylenen Cumhuriyet Tarihi yalanlarından birisi Vahidettin’in vatan haini olmadığı ve dönemin şartları gereği bu şekilde hareket ettiği yönündedir. Bu yalan herkesin diline pelesenk olmuştur. Vahidettin’in vatan haini olmadığını ileri süren yobaz yazarlar ise yalanlarını insanlarımızın gözleri içerisine bakarak, “Resmi tarih yalan söylüyor, Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için Atatürk’ü o görevlendirdi.” sözleri ile beyinlere kazımaya çalışmaktadır. Bu yazımızda vatan hainliğinden neredeyse Kurtuluş Savaşı kahramanı ilan edilme noktasına getirilmiş olan Vahidettin’i hep birlikte tanıyacağız.

Vahidettin, 1861 yılında Padişah Abdülmecit’in 30 çocuğundan 23’üncüsü olarak dünyaya gelmiştir. Babasını dört aylıkken kaybetmiştir. Çocukluğu ve gençliği dışa kapalı kendi iç dünyasında olan bir ortamda geçmiştir. Ağabeylerinin darbelerle birer birer tahttan indirilmesine tanık olan Vahidettin, esas veliaht Yusuf İzzettin Efendi’nin intihar etmesi üzerine veliaht olmuştur. Ağabeyi Sultan Reşat’ın ölümü üzerine 58 yaşında tahta oturmuştur. Milli mücadelenin kazanılmasından sonra bir İngiliz zırhlısı ile yurttan arkasına bakmadan kaçan Vahidettin 15 Mayıs 1926’da kalp krizi geçirerek San Remo’da vefat etmiş ve naaşı Şam’da defnedilmiştir.

Vahidettin’e yakın olanlar onu, iyi bir baba, duygulu biri, cömert, çok sigara içmesine karşın zaman zaman içki içen, yobaz olmayan bir dindar olarak tanımlarlar. Aynı zamanda iyi bir besteci olduğu bilinir. Aile hayatı son derece modern bir tarzdadır. Vahidettin’nin eşlerinin, kızlarının ve torunlarının hepsinin başı açıktır. Ailesinde bulunan bayanların giyimleri çok şık ve dönemin Avrupa modasına uygundur. Bir Osmanlı geleneği olan gelinlerin düğünden önce damatla görüşmemesi kuralını Vahidettin, kızı Ulviye Sultanı damadı İsmail Hakkı ile görüştürerek yıkmıştır. Yobaz yazar ve tarihçi takımının iddialarının aksine Vahidettin, bağnaz ve aşırıcı dinci olmayan bir padişahtır.

Vahidettin, diğer yönlerdense çocukluğunda birçok rahatsızlıklar geçirmiş olmasından dolayı sağlıklı biri olmadığı, heyecanlı bir yapıya sahip olduğu, II.Abdülhamit’in muhbiri olmasından kaynaklanan kötü bir şöhreti olduğu, kurnaz ve paraya düşkün biri olarak tanımlayabiliriz. Bunların haricinde Vahidettin, Alman düşmanı olmasının yanı sıra koyu bir İngilizci olduğunu söyleyebiliriz. İttihat ve Terakki düşmanı olan Vahidettin Hürriyet ve İtilaf partisine yakın birisidir.

Vahidettin, Mondros Mütarekesi’ni imzalaması için görevlendirdiği hain Damat Ferit’e hilafetin, saltanatın ve Osmanlı Hukukunun tamamını koruması, herhangi bir Osmanlı iline özerklik verilirse bunu siyasi yönden değil sadece yönetsel yönden verilmesi için diretmesi gerektiği direktifini vermiştir. Vahidettin’in vermiş olduğu bu emirde vatandan önce ben dediği ve tahtını kaybetme korkusu olduğunu şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlamaktadır.

Vahidettin tahtını kaybetme korkusu yüzünden İngilizlere birçok kez yakarıp yalvarmış ve tam bir İngiliz ajanı gibi davranmıştır. Batı kamuoyuna Türk Milli Mücadelesini anlatması için Mustafa Kemal tarafından görevlendirilen Yusuf Kemal Bey, İstanbul’da padişahı ziyareti esnasında kalmış olduğu eve Vahidettin’in ajanları tarafından, bir operasyon düzenlenmiş ve valizde bulunan gizli belgelerin fotoğraflarını çektirmiştir. Bu belgelerin en kısa  sürede İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’a ulaşmasını sağlamıştır. Bu durumu yalan olarak niteleyeceklere hemen ufak bir bilgi verelim. Bu olayı biz değil, İngiliz dışişleri bakanlığı arşivleri aktarmaktadır. İngilizler bu belgelerin kedilerine ulaştırılmasına çok sevinmişlerdir. Vahidettin, ulusal sırlar içeren bu belgeleri İngilizlere vermekle vatan haini olduğunu kendisi kanıtlamıştır.


Sahtekar üstatların büyük vatan dostu olarak adlandırdığı Vahidettin’in meziyetleri bununla da sınırlı değildir!!! Ülkenin yönetimini 15 yıllığına İngiltere’ye bırakarak bağımsızlıktan vazgeçmiş ve bunları imza altına alıp İngilizlere sunarak ne kadar ciddi olduğunu göstermiştir. Ayrıca Türkiye’nin idam fermanı olan Sevr Antlaşması’nı da imza ederek, vatanımızı savunmaktan ne kadar aciz olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Şimdi sevr antlaşmasını imzalayan, İngilizlere yaltaklanan, vatan haini Damat Ferit’i beş kez sadrazam yapan Vahidettin için dinsel gerekçelerle Cumhuriyet karşıtı yobaz yazarların ileri sürdüğü ve Vahidettin’i Kurtuluş Savaşı kahramanı olduğunu iddia etmelerine neden olan “Paşa paşa devleti kurtarabilirsin” sözlerine gelelim. Gerçekten Vahidettin, vatanı kurtarabileceğini iyi analiz ederek, ileri görüşlü bir devlet adamlığı duruşu sergileyerek, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya göndermeye cesaret edebilmiş midir?

Vahidettin’in sarayında Mustafa Kemal’e söylediği sözlerin tamamı şudur: “ Paşa Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir; Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!” Günümüz şarlatanları Vahidettin’in Mustafa Kemal’i bu sözlerle görevlendirdiği ve bu sözleri milli mücadele için gizli bir işaret verdiği şeklinde yorumlamışlardır.

Vahidettin’in Mustafa Kemal’i İngilizlerin Anadolu’daki isyanların önlenmesi konusunda 21 Nisan 1919 tarihinde vermiş oldukları notaya karşılık olarak görevlendirdiği doğrudur. Ancak gizli bir kurtuluş planından bahsetmek ise insanların hastalıklı hayal güçlerinin en güzel kanıtıdır.

“Babam Abdülmecit’ten miras aldığım İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransızlar ile İngilizleri gücendirmemek şeklinde, uyuşmacı bir siyaseti seçmiştim. Böylelikle anlaşma olmasa bile şiddet ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum.” sözleri Vahidettin’e aittir. Sorarım sizlere bu sözleri sarf eden bir padişah nasıl olur da vatanın kurtulması için gizli planlar yapabilir? Gerçek bu kadar ortada iken bulandırmak niye?    

Vahidettin’inin İngilizlere casusluk yaptığını, Kuvay-ı Milliye’yi yasakladığını, milli mücadeleyi yok etmek için fetva yayınlattığını, bağımsızlık çabalarını baltalamak için Kuvay-i İnzibatiye (Halifelik Ordusu)’yi kurmuş olduğunu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını idama mahkum etmiş olduğunu, Anadolu’da isyanlar çıkarılması için ön ayak olmuş olduğunu, Büyük Taarruz öncesinde İngilizlere milli mücadeleyi ve Yunanlıları etkisiz hale getirmeleri halinde onlarla anlaşacağını söylediğini, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Misak-ı Milli’den taviz veririm diyerek İngilizlerle anlaşmaya çalıştığını, yurt dışına apar topar kaçtıktan sonra Mustafa Kemal’e karşı çirkin tertiplerin içine girdiğini bilmesem, Halife unvanı taşıyan padişahın vatan haini olmadığını açık yüreklilikle söyleyebilirdim!!! Ancak, bir güneşi balçıkla ne kadar sıvayabilirsiniz?

Ülkemizde resmi tarih yalan söylüyor sözlerini ileri süren alçakların temel amacı Kurtuluş Savaşı zaferimize Vahidettin’i dahil ederek, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarısını küçültmektir. Günümüzde geldiğimiz noktada ise merhum Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in dahi ortak olduğu bu yalan, siyasi amaçları için tarihi kullanan emperyalistlerin gönüllü askerliğini yapanlar tarafından Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal ATATÜRK’e saldırabilmeleri için ortak buluşma noktası olmuştur. Olayları değiştirerek insanlarımızın bakış açısını değiştiremeye yeltenenler kendi karanlık dehlizlerinde boğulmaya mahkum olacaklardır.

Not: Bu yazım 23 Eylül 2012 tarihinde www.guncel61.com internet sitesinde yayımlanmıştır. 
                                                                                               
                                                                                                 Aydın ŞİMŞEK
                                                                                                 23 Eylül 2012
                                                                                                 Twitter.com@aydin2850