15 Ağustos 2012 Çarşamba

HEYBELİADA RUHBAN OKULU MESELESİ


Heybeliada Ruhban Okulu meselesi uzun bir zamandır ülkemizin çözüm için uğraştığı ama başarı sağlayamadığı bir mesele olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Batı Trakya’da azınlık olarak lanse edilen Türk halkının kendisine müftü dahi seçememesine rağmen neredeyse cemaati bile kalmamış olan bir Patrikhane, Ruhban Okulu konusunda neden bu kadar diretmektedir? Aydınlarımızın dahi üzerinde anlaşmaya varamadığı bu sorun nereden kaynaklanmaktadır?  

Heybeliada Ruhban Okulu, 8 Ekim 1844 tarihinde Sultan Abdulmecit’in verdiği fermanla teoloji (tanrı bilimi ile ilgili) okulu olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1894 yılındaki büyük İstanbul depremi ile yıkılan okul, 1896 yılına kadar onarılmış ve bu sefer II.Abdulhamit’in iradesiyle hizmet vermeye kaldığı yerden devam etmiştir. Açılmış olduğu dönemden itibaren her zaman orta dereceli bir okul olarak görülmesine rağmen, 1950 seçimleri öncesi Demokrat Parti’nin Rum vatandaşlarımızın oylarına karşılık Patrikhaneye vermiş olduğu söz ile 8 Aralık 1950 yılında teoloji ihtisas okulu olarak yüksekokula yükseltilmesi ile değiştirilmiştir. Okulun yüksekokul olarak değil, orta dereceli olarak kalmasında ki önem, okulun gizli olarak vermiş olduğu diploma ile Türkiye dışında Ortodoks Hıristiyan teolojisi öğretmeni unvanına kavuşulmasıdır.

Osmanlı Devleti’nin Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren azınlıklara tanımış olduğu geniş imtiyazlar sayesinde özellikle Rum Milleti ya da o zamanlar ki adıyla Rum Cemaati, devlet içerisinde devlet konumuna gelmiştir. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile birlikte azınlıklara verilmiş olan tüm imtiyazlar kaldırılmış ve Türk vatandaşları ile eşit statüye sahip olmuşlardır. Lozan Antlaşmasında iç işlerimize emperyalist devletlerin burnunu sokmasını istemeyen genç Cumhuriyet’in çılgın yöneticileri, azınlık okulları hakkında bir düzenleme yapılmasına mani olmuş ve okulun statüsünün orta dereceli okul olarak kalması koşulu ile Ruhban Okuluna tolerans göstererek faaliyetlerine devam etmesine izin vermiştir.

Cumhuriyet’imizin kuruluş dönemi için bir milat olarak kabul edilen 3 Mart 1924 tarihinde, Tevhid-i Tedrisat Kanunun kabul edilmesiyle birlikte tüm ortaokul ve liseler milli eğitim bakanlığına bağlanmış ve milli eğitim sistemimiz çağdışı ve gericilikten kurtarılarak modern bir yapıya kavuşturulmuştur.

Ruhban Okulu, Tevhid-i Tedrisat kanunun kabulüne rağmen faaliyetlerine devam etmiştir. 1965 yılında kabul edilen özel öğretim kurumları kanunun kimi maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunu saptayan Anayasa Mahkemesi 12 Ocak 1971’de aldığı kararla özel yüksek okulların devletleştirilmesini istemiş ve tüm özel yüksek okullarla birlikte Heybeliada Ruhban Okulu’nu da kapatmıştır. Ancak Heybeliada Ruhban Okulu’nun faaliyetlerine devam edebilmesi için, Fener Rum Patrikhanesine ilki 21 Aralık 1971’de ikincisi 14 Aralık 1999’da olmak üzere devlet bünyesinde faaliyet gösteren bir ilahiyat fakültesinin bölümü olarak açılması teklifi götürülmüştür. Sorunun çözümü için taşın altına elini sokarak çözüm önerileri getiren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Fener Rum Patrikhanesinin uzlaşmaz tavırları ve din adamı yetiştirme hakkı elinden alınmış bir azınlık olarak gösterme çabaları ile karşı karşıya kalmıştır. Sunulan çözüm önerilerine rağmen Fener Rum Patrikhanesi okulu kendi isteği ile açmamış ve kapalı olarak durmasını sağlamıştır. Bu durum uluslararası politikada Türkiye Cumhuriyet’ini emperyalist devletler karşısında zor durumda kalmasına neden olmuştur.

Peki Fener Rum Patrikhanesinin isteği nedir? İsteklerini sıralayacak olursak ilk husus olarak Patrikhane, Türkiye Cumhuriyet’i Devleti’nin Ruhban Okulu üstünde denetim hakkının olmamasını ve sadece kendisine bağlı olarak eğitim vermesini istemektedir. Bu durum Patrikhane için o kadar önem arz etmektedir ki !!! Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi ülkesinde bulunan bir okulun diplomasını tanımamasını dahi isteyebilmektedir. İkinci husus ise, Ruhban Okulunun Türkiye’den olduğu gibi diğer ülkelerden de öğrenci alabilmesini ayrıca Fener Rum Patrikhanesi’nde patrik, kutsal sinod ve metropolitlerden “Türk Vatandaşı Olmak” şartının kaldırılmasını istemektedir.

Milli mücadele dönemimizde bir şer odağı olarak görev yapan Patrikhanenin isteklerini incelediğimiz zaman bu durumun tamamen Osmanlı zamanında kendilerine verilmiş olan imtiyazların yenilenmesi demek olduğunu görmekteyiz.

Ülkemizdeki lise düzeyine kadar olan okulların Milli Eğitim Bakanlığına, yüksek okul ve üstünün ise Yüksek Öğretim Kurumuna bağlı olarak devletin kontrolünde olduğunu Patrikhanenin bilmesine rağmen, kendilerini tüm kurumların üzerinde görerek, Türkiye Cumhuriyet’in ilkelerini hiçe saymakta ve devlet içinde devlet olabilmek için diretmektedir. Ülke sınırları içerisinde bulunan bir okulu devlet nasıl kontrol edemez? Hangi tam bağımsız bir ulus devlet bunu kabul edebilir? Patrikhanenin bu isteği Lozan Antlaşması dahil olmak üzere Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Anayasamızın eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu ülke sınırları içerisinde olan hiç bir kuvvetin Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde olmadığını herkesin aklının bir köşesine yazması gerekmektedir.

Müslüman ülkeler içerisinde laik kalmayı başarabilen ülke olan Türkiye’de dini eğitim veren özel okul açılamazken, bu özel üniversiteler de nasıl eğitim veriyor diye düşünebilirsiniz? Anayasamızın çerçevesini belirlediği eğitim veren özel üniversiteler, vakıflar tarafından kurulan Yüksek Öğretim Kurumuna bağlı olarak eğitim veren kurumlardır. Patrikhane ise bir vakıf olmadığı gibi Anayasanın belirlediği ilkeleri de reddetmektedir.

II.Mahmut devrinde gerçekleşen 1821 Mora isyanı esnasında Patrikhane içerisinde yapılan aramada asilere yazılmış mektuplar, Hariciye Nazırının mahiyetinde çalışan Rumların verdiği gizli bilgiler, İngiliz ve Fransız elçiliklerinden alınan gizli bilgilerin bulunması üzerine Patrik Gregoryus Patrikhanenin orta kapısında asılmıştır. Bu  kapı bugün Petro kapısı adıyla bilinmektedir ve kin kapısı olarak görülmektedir. Kin kapısı olarak görülen bu kapı o zamandan günümüze kadar kapalı tutulmuş ve açılmamıştır. Milli mücadele döneminde Yunanistan’ın Megali İdea planına destek vererek kapısına Bizans bayrağı asan ve savaşlarda yaralanan yunan askerlerini tedavi eden, Atatürk’ün tabiriyle fesat ve hıyanet ocağı olan Patrikhanenin !!! Ruhban Okulunda görev yapacak din adamlarının Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olması zorunluluğunu neden kabul etmediğini tarihi geçmişine baktığımızda daha iyi idrak edebileceğimizi düşünüyorum.         

Sonuç olarak, bu mesele azınlıklara özgürlük, hepimiz rumuz, hepimiz patriğiz, bize bıraksalar 24 saat içerisinde çözeriz gibi basit ve bayağı yaklaşımlarla çözülemeyeceği ve bu şekilde şovenist çözümlerin ülkemize ve devletimize zarar vereceği bir an olsun aklımızdan çıkmaması gerekmektedir. Güçsüz beyinler, yetersiz gözler, gerçeği kolaylıkla göremezler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik bir hukuk devleti olduğu gerçeğinden hareketle Anayasamızın belirlediği temel prensiplere göre davranılmalı ve uluslar arası arenada bizi zorda bırakacak, Lozan Antlaşmasında belirlenen eşitlik ilkesinin çiğnenmesini engelleyecek kararlar alınmalıdır.     

Not: 15 Ağustos 2012 tarihinde www.guncel61.com sitesinde yayımlanmıştır.


                                                                                               Aydın ŞİMŞEK
                                                                                               15 Ağustos 2012
                                                                                               Twitter.com@aydin2850